Seyfo devam ediyor!
Bu sözün ayaklari havada değildir. Fırsat buldukça ve yeri geldikçe tekrar ediyorum. 1963’lerde başlayan, 1970 yılına kadar süren Kıbrıs olayları buna örnektir. Çünkü 1964’te, devletin kışkırtması ve organizasyonu ile, Mehelmiler Midyat’a saldırdılar. Eğer o saldırı engellenmeseydi ikinci seyfo olacaktı. Bu saldırı da gösteriyor ki seyfo canlıdır. Bu saldırının romanını yazdım, romanın ismi “Dr. Rıfat” tır.
Bu romanım da çok kişinin hoşuna gitmedi, “red-i hakikat” dediler ve eleştirdiler. Ama bu “redçiler”, Cemil İşler’in o saldırıyla ilgili anlattıklarına karşı tek kelime söylemediler. Onun röportajında ve videosunda, hem seyfo inkar ediliyor, hem de bazı Süryaniler casuslukla suçlanıyor.
Kendilerini Süryani halkının aydını, kalemşörü sayanlar, bu konuda tek kelime etmediler ve yazmadılar.
Tekrar ediyorum, seyfo, yani soykırımlar, yalnız silahla olmaz.
“Gebro İsa Zette Anlatıyor- Seyfo”, adlı kitabım, Süryani halkının aydınları ve entelektüelleri arasında büyük tartışmalara neden oldu. Bu güzel bir gelişmedir ve gösteriyor ki kitap, tabuları yıktı, resmi ideolojiye, inkara karşı alternatif oldu. Suskunluğu bozdu, doğruların peşinden koşmayı gerekli gördü.
Ciddi araştırmacı ve entelektüelleri tenzih ederek söylüyorum: Seyfo kitabımın üzerine yapılan tartışmalar, akademik bakış açısından, gazeteciliğin etik değerlerinden uzaktır. Ben o değerlendirmeleri, yarı aydın psikozu ve narsist çerçevede değerlendiriyorum. Bunun iki nedeni vardır; Birincisi, polis dili ile konuşmak, devletin resmi ideolojisi ve resmi tarihin dışına çıkma cesaretini gösterememektir. İkincisi, birinci neden ile “seyfo’yu Kürtler yaptı” diyerek, gerçeklerden kaçmaktır. Bu da ucuz değerlendirmedir, travel hikaylerle, günlük anlatılarla tarihi soykırımı yok hükmüne indirgemektir. Bu da “seyfo direniş destanını yazan öncü kahramanlara ve “sohdo” olanlara karşı saygısızlıktır.
Kitabımı ilk gündemine alan Assyria TV’den Dıkran Bey oldu. Moderator Dıkran Bey, misafiri ile konuşurken, soruları sorarken, kitabı okumadığını söyledi. Tabii, bir gazeteci olarak şaşırdım. Çünkü Dıkran Bey’ın bu durumu gazetecilik etik değerlerinden uzaktı ve sorduğu sorularda da direkt kitabı hedef alıyordu. Tabi kitabı okumadığı için, kitapta yer alan, deyimleri, özdeyişleri, seyfo soykırmının evrensel boyutunu, dönemin cehennemi durumunu açıklayan alıntıların ne anlama geldiğini de bilmiyordu. Ben bir iki yazımda, soykırımı “KIYAMETTULLAH” ile isimlendirdim. Yani İslam adına yapıldı, ama İslam ile ilgisi yoktu.
Dıkran Bey, hem alıntı aldığım kıtaplardan da bihaberdi, hem de, bir eli Kur’an’da, bir eli tabancada olan İttihat ve Terakki örgütünden, o örgütün öncü paşalarından da bihaberdi. Ayrıca, Dıkran’ın, haber, röportaj ve belgesel gazeticilik arasındaki farkları da bilmediğini muşahede ettim.
Bırakalım moderatör Dıkran’ın gazeticiliğin etik değerlerinden uzak olmasını, misafirleri de bir yazarın, bir gazeticinin olayları alış biçimini, tarihsel, sosyokulturel ve sosyopsişik çerçevede değerlendirmesinden uzaktılar.
Yine de kitap üzerine tartışılmasını olumlu karşıladım.
Bu bilgisizlik ve vasıfsız gazetecilik örneğini gösteren Dıkran Bey, “Gebro İsa Zette Anlatıyor- SEYFO” adlı kitabım üzerine, ikinci bir programı yaparken, biraz daha ileri gitti. Bir reklam afişi yayınladı, bu afişte, filozof John Keane’nın deyişi ile, tam bir gazetecilik despotizmi sergiledi.
Dıkran Bey, afişin bir tarafına, iligisi ve alakası olmayan Isa Griğo’nun fotografını, bir tarafına da benim, Ibbara ve Isa Zette Çelma’nın fotografını koydu. Benim fotografımın altına “manipülasyon”, kelimesini, Isa Griğo Bey’in fotografının altına da “The truth” kelimesini yazdı:
Manipülasyon; gerçekleri değiştirmek demektir….
The truth; Gerçek olan demektir….
Dıkran Bey bu afiş ve iki kelime ile, hem “enformasyon tipi”sini gösterdi, hem de resmi propaganda “parodisi” içinde, çok kötü hamasat haraket etti. Isa Griğo’nun kitabı “1915-Aynverdo Direnişi” nin, destansı direnişi ile ilgili, soru-cevap şeklinde röportajdır, benim kıtabım, Midyat’taki on günlük destansı direniş, Aynverdo’un çok az bir kısmı üzerinedir.
İsa Griğo’nun kitabı da, kitabımın yayınlamasından iki sene sonra yayınlandı, iki farklı kitaptırlar.
Birkaç farklı örnek vereyim; Bir; Aynverdo’nun Savunma Şurası üyesi Gelo Şabo’nun, soykırımdan bir ay önce yakalandığını, Midyat Cezevine atıldığını yazdım. İki; Midyat’ta soykırım başladığında, yani, Hanna Sefer’in Ibbara- Hükümet konağında öldürüldüğü gün, İsa Zette Çelma’nın, kendisini almaya gelen askerlere kurşun sıktığını, akabinde, hükümet konağını basıp teslim aldığını, sonra Midyat cezaevinin kapısını açtığını, öldürülmeyi bekleyen Süryani ve Ermenileri azad ettiğini yazdım. (Selhe köyünden, iki idamlık Kürt, diş doktoru ve yazar Nail Kul’un dedesi de bu azad edilenler arasındadır.)
Bu konuda yazılan başka kitaplar da vardır. Hatta bazı kitaplarda, ’Hanna Sefer’in başı, taşıdığı Sultan Hamid’in kılıcı ile kesildi’ diye geçiyor. İlginçtir ki o kitaplardan ve yazılan iddialardan tek söz edilmiyor.
Üç; Seyfo soykırımı büyük bi organizasyondur diyorum ve iddia ediyorum. Buna örnek, Avrupalı misyonerlerin bölgede açtıkları okullar vardır. Amerikan ve Yabancı Misyonerler Komiserliği –ABCEM vardır. Ama seyfo soykırımına ses çıkarmadılar, aksine İttihadi paşalarla ilişkiye geçtiler.
Dört; Midyat’ta 24 bin askerin olduğunu, Aynverdo üzerine gönderilen top silahının Alman ordusuna ait olduğunu ve top subayının Bernard Pulls olduğunu yazıyorum. Hezex direnişini kırmak için de Alman ordusu sahra topu gönderdi.
Beş; Çerkez Ethem’in 500 suvari ile, Nusaybin’e, oradan Midyat’a ve sonra da İdil’e gittiğini yazıyorum.
Altı; Midyat’a ilk gelen çeteler ise Çerkez çeteleridir.
Yedi, Midyat camisinin önünde askerler, atları ile Süryani çocuklarının kafasını parçaladılar. Bu korkunç katliamda, nahiye müdürleri de yer aldılar. Kürt suvari birlikleri yoktu ve Turabdin’de hiç bir zaman da olmadılar.
Sekiz; Seyfo soykırımının yazılı olmayan Şeyh Fethullah hazretleri sayesinde yapılan ateşkes ve antlaşmadan sonra, yani bir sene sonra Süryani halkının liderleri ve yiğitleri tek tek öldürüldüler. Devleti Ali Osman ve İttihadi paşalar, bir tek katili yargılamadılar. Üstelik, Midyat’ın ilk kaymakamı kaybedildikten sonra, ağırceza reisi Midyat Kaymakamı oldu.
Dokuz; Melek Barsavmo ile birlikte 8 Süryani de dahil, toplam 28 kişinin istiklal mahkemelerinde idam edildiklerini derkenar- dipnot ile yazdım. Ona karşı da çıktılar. Sonra Prof. Dr. Taner Akçam, bir kitabında, bu gerçeği ve daha başka şeyler de yazdı. Süryaniler ona alkış tuttu. Bununla ilgili yazdığım bir yazıdan sonra, kitabımı okuduğunu idia eden bir Süryani aydın ve yazar, bana telefon etti, bu gerçeği kitabın hangi bölümünde yazdığımı sordu. Anladım ki o arkadaş da kıtabı hem okumuş, hem okumamış.
Bütün bunlar ve daha birçok örnek, seyfo soykırımının, büyük bir organizasyon olduğunu gösteriyor.
Kürtlerin bu büyük soykırımı yapma gücü yoktur. Böylesine bir organizasyon yapma güçleri yoktu. Kürtler soykırımda yer almadı demiyorum, bunlar kitapta vardır. Ama ferman kararı, Kürtlerin gücünden çok daha büyük bir gücün kararı ve organizayonu ile gerçekleştirildiğini iddia ediyorum.
Diyorlar ya; Medeni Ferho Heverkalıdır, aşiretini, ailesini kayırmış. Bunu iddia edenler, Turabdin aşiret konfederasyonundan da habersizdirler. Seyfo’da yer alan ve kitapta ismi geçen ağalar ve aşiretlerin çoğu Heverka konfederasyonuna bağlıdırlar. Buna örnek, Cımo-Cemil ağa, Usıv İbrahim ağa, Temo Gevre ağa, Derizbin Mehelmileri gibi birçoğu, ve benzerleri. Hatta, Keferze köyünden (Delmemıka aşiret payitahtı) giden Kürtlerde vardır diyorum, İşo Maravge’nın kahramanlığından, sonra devlet tarafından beslenen Kürt çeteleri tarafından öldürüldğünü yazıyorum. “Kozıka Hejira”yi anlatırkan bunlar vardır.
Bir başka gerçek; Dıkran Beyin programına katılanlar Kürt ağalarını cahil, ahmak, dil bilmeyen insanlar olarak dillendiriyordu. Yani sokak dili ile konuştu, Süryani dilinin ruhuna hakaret eder gibi insanların isimlerini sayarken küçültücü bir dil kullanıyordu. Oysa, her dil gibi Süryani dilinin bir ruhu, estetiği, inceliği, zerafeti vardır. Süryani dili, akademi dilidir, birçok dilin de anası olmuştur. Bir kutsal bedeni olan bir dildir. Ruha Akademsinden, Barsavmo Kurdıyani’nin kurduğu Nusaybin Akademisi’ne uzanan, binlerce yıllık kültürün dili olmuştur. Bu akademilerin kültürü, değerleri Turabdin’de, yazılı olmayan bir desturname-Anayasa olurdu. Buna da “ahd-ı vefa” desturnamesi dediler. Bu dili konuşan halk, Süryani Kadim halkı, insana değer veren, kişiliklere, ilişkilere hem değer veriyorlar, hem saygılıdırlar. Bunu Mesih’in ve Migelyo’nun değerleri ile birleştiren soylu bir halktır.
Dıkran’ın programına katılan kişiler, Kürt ağalarının isimlerini söylerken, onları sokak dili ile küçültür gibi cahil, beyin gözleri olmayan cahil ve vahşi birer varlık gibi gösterdiler.
Bunun yanlış olduğunu örneklerle vereyim; Haco III. 5 yaşına kadar Çelma ailesinin yanında büyüdü. Süryanice, Türkçe, Arapça biliyordu. Kamışlı’da süt anası olan Şüme ile, hep Süryanice konuşuyordu. Hiseyne Ferho, Arapça, Osmanlıca, Farsça biliyordu. Farsçayı Gelo Şabo ile Mardin cezaevinde iken öğrendi. Usıve Şemdin, Türkçeyi, Arapçayı iyi biliyordu. Derizbin ağası Ibrahim beg, Kürtçe, Arapça, Türkçe biliyordu. Temo Gevre’nin oğlu Mustafa çok iyi Türkçe ve Arapça biliyordu. Bir çok ağa medreselerde tahsil gördü. Derhav, Şeyhe ailesinin bütün fertleri medresede tahsil görmüştü.
Dahası, ikinci programdan hemen sonra, Dıkran Beye’ telefon ettim, bunların hepsini söyledim ona ve cevap hakkı istedim. Tamam dedi, “kitabı daha bitirmedim, bir iki haftaya bitireceğim ve sana döneceğim, bir program yaparız” dedi. Aylar geçti, bana dönmedi.
Bu yazıyı da o sebepten dolayı yazıyorum.
Gebro İsa Zette, seyfo, 1919 da başladı dediği zaman, ben da şaşırmıştım. Yanımızda oturan muhtar Hanna ise hafif tebessüm etmişti. Sonra; “seferberlik adı altında, 1500 Süryani gencin toplatıldığını, Midyatlıların eşeklerine, katırlarına el koyarak götürdüklerini anlattı. 1500 kişiden yalnız 500 kişi geri geldi dedi. Adana’da, Kilikya’daki soykırım ateşinin kıvılcımlarının hızla Mardin’e, Turabdine geldiğini anlattı. (1909)
Bu tarih, İttihat ve Terakki teşkilatının, Selanik'te yaptığı ilk kongresine rastlıyor. Bu kongrede, alınan 4 maddelik kararın ilk maddesi, yeni bir “turk-müslüman milletini oluşturmak” üzerinedir. Bu kongre, Anadolu ve Mezopotamya-Kurdistan’da altı halkın yokedilmesinin temeli oldu.
Ayrıca kitapta, seyfo gerçeğini yansıtan Ibbara binasının doğuya bakan cephesinde, Isa Zette Çelma ve akrabalarının kurşun izleri hala duruyor. O, seyfo soykırımının atlası ve canlı haritasıdır.
Mareşal Zeki bey’in 3 defa Kurdistan’a geldiğini yazıyorum. Bu mareşal, Turabdin’de, yani Midyat’ta Haidiye Alayını kurmak istiyordu. Ama hiç bir aşiret, Hamidiye Alaylarında yer almak istemedi, teklifi redettiler. (Bu Hüseyin Ferho’nun anılarında da vardır.)
Benden sonra, yazar Zeki Aslan da Gebro İsa Zette Çelma ile röportaj yaptı. Ne yazık, ve çok yazık ki Zeki Aslan felç oldu, onun yazıları, basılmamış eserlerî, kasetleri, notları, yeni yeni hazırladığı televizyon programları, dil üzerine çalışmaları kayboldu.
Önemli bir not daha; Turabdin’in bi çocuğu olarak seyfo hikayeleri ile büyüdüm. Seyfo soykırımı, bütün soykırımlar gibi, ilk günden bu yanaö yaşayan, hep canlı duran bir soykırımdır. Örnek; Şıbo amca, Melek Bıse, Garabet ve Anton’un babası bizim kirvemizdi, her zaman bize gelirdi. Biz de onlara giderdik. Bize geldiği günler, sabahlara kadar bu konu ve daha birçok başka konu üzerine koşuyorlardı. Seyfo üzerine konuşmak istediğim kişilerden biriydi, o da Gebro amcayı işaret etti. Demem o ki; hiçbir demir yumruk, demir kanun, inkar ve korku siyaseti, bu canlı soykırımı unutturamaz.
Süryani akademisyen ve entelektüellerine düşen görev, resmi dil ile değil, polis ağzı ile değil, bilimsel verilerle seyfo tarihini yazmalıdırlar. Elbette ki bunu yapan ciddi akademisyen ve entelektüeller de vardır. Ayrıca, Süryani halkının kahramalarının, liderlerinin monografilerinin yazılması gerek. Yazmak birikimdir, toplamaktır, arşivdir, malzemedir, kitaplıktır, kütüphanedir. Bütün bunlar zenginliktir, bu zenginlik ise seyfo dönemi, gerçekliğinin diyalektik dilini yakalamaya yarayacaktır.
Bu gerçeklik, sadece Süryani halkının yazarlarının değil, bütün Turabdinli yazarların görevidir.